26 Kasım 2017 Pazar

tarik

Prof. Dr. ALI KÖSE'nin yazısı;

Kim yazmış bilmiyorum, ama kim yazdıysa güzel yazmış...

‘TARİKAT-I MUHAMMEDİYE'

Bizim bir mürşidimiz var. Ama bizim mürşidimiz –diğer mürşidler gibi– olağanüstü özelliklere sahip değil. Tıpkı bizim gibi bir beşer (18/110,). Bizim gibi yemek yer, bizim gibi çarşı pazar dolaşır(25/7). Gaybı bilmez (6/50).
İnsanların kalbini okuyamaz(9/101, 63/4).
Ahirette bize torpil yapamaz. Bizi azap meleklerinin elinden kurtaramaz (7/188,72/21-23). Hatta ahirette bize ve kendisine ne yapılacağını bile bilmez. (46/9).

Ölülere işittiremez, kabirdekilerle sohbet edemez(30/92, 35/22). Eceli gelince ölümünü erteleyemez(39/30). Yani Azraili geri gönderemez. Kimseyi çarpamaz(72/21).

Allah’ın dilemesi dışında bize de kendisine de bir fayda sağlayamaz(7/188). Değil bize geleni, kendisine gelen zararı bile savamaz.(72/21).

Havada uçamaz, denizde yürüyemez, aynı anda birkaç yerde görünemez, ölüleri diriltemez.

Bizim mürşidimizin böyle mucizeleri kerametleri yoktur(17/59, 29/50-51).

Silsilesi, İsa, Musa, İbrahim AS gibi Nebilerden Adem AS’a kadar uzanır ama Allah’tan başka –gavs, kutub vs gibi sığınacağı kimsesi yoktur(72/22). Darda kalınca da normalde de yalnızca Allahtan yardım ister(1/3, 72/20). Çünkü başka yardım isteyecek kimsesi yoktur.
Üstelik –diğer mürşidler gibi– günahsız! değildir. Öyle ya da böyle bazı günahları olmuş ve bunlar için Allah’tan af dilenmiştir(40/55, 47/19). Bu günahlarının affedilmesi için –araya koyabileceği– kimsesi de yoktur. Bu yüzden direkt ve yalnızca Allah’tan af dilenmiştir (41/6). Yani bizim mürşidimiz diğerleri gibi değil. Oldukça mütevazidir(25/63). Bize efendilik taslamaz. O, bizim sıkıntıya düşmemizi istemez. Bize karşı çok merhametli ve yumuşak huyludur(3/159, 9/128).

Her sorunumuzu O’na götürebiliriz. Erkek veya kadın dileyen herkes O’nunla görüşebilir. Ve hatta tartışabilir bile(58/1, 12).

O, –Allah’ın hüküm koymadığı hususlarda– arkadaşlarıyla istişare eder ve de çoğunluğun kararına uyar(3/159). Yani ‘benim dediğimi yapmak zorundasınız’ demez. O’nun ‘ğassalin önündeki meyyit gibi ona teslim olacaksınız’ diye telkinlerde bulunan müritleri de yoktur. Konuşmaları kapalı ve gizemli değildir. Herkesin anlayabileceği şekilde ve apaçıktır(29/50, 67/26). Arkadaşlarını evinde ağırlar(33/53). Onlara ikramda bulunur. Rahatsız olduğu halde, ikramdan sonra koyu sohbete dalarak gereğinden fazla kalan arkadaşlarını ikaz edemeyecek kadar naiftir. Misafirlerine ‘efendi hazretleri artık istirahata çekilecek, buyurun’ diyerek kapıyı gösterecek ‘adamları’ da yoktur. Dolayısıyla bizler de bu olanları –o akşam mübarek evlerinde şöyle şöyle haller zuhur etti diyerek anlatan müritlerinden değil– Allah’tan öğreniriz (33/53). İşte bizim mürşidimiz böyle bir beşerdir. O’nun türlü türlü mucizeleri yoktur(17/53, 29/50). Ama O’nun öyle bir Kitabı vardır ki, o Kitabı Onu âlemlere rahmet yapmıştır(21/107). Kuran O’nun yegane ve en büyük mucizesidir(29/50, 51;17/59), mürşidimiz Muhammed AS’ da bu Kur’an’ı bize getiren Elçidir; Allah’ın kulu(17/1, 25/1) ve Nebi-Resul Muhammed (23/40).
O, Kuranı Allah’tan alıp bize tebliğ edendir(5/92, 24/54). Bizi Kuran ile uyaran(6/19), Kuran ile hüküm veren(4/105), aramızdaki ihtilafları Kuran ile çözen(16/64) ve insanlığı Kuran ile karanlıklardan aydınlığa çıkarandır(14/2).
O, –başka bir şeye değil– yalnızca Kur’an’a uydu(6/50, 7/203). Çünkü O, Kur’an’dan başka bir Kitap bilmiyordu(42/52). O’nun bütün bilgi (ders) kaynağı Kur’an’dı(6/105). O, bize öğrettiği her şeyi Kur’an ile öğretti(2/151). Bize ders/vird/zikir olarak sadece Kuranı öğütledi.

Çünkü kendisi için de bizim için de yegâne öğüt/zikir –ahirette hepimizin hesaba çekileceği tek kitap olan– Kurandı;
Sen, sana vahyedilen (Kur’an’a) sımsıkı sarıl. Çünkü sen doğru yol (sırat-ı müstakim) üzerindesin. Ve şüphesiz ki o (sana vahyedilen Kur'an) hem senin için hem de kavmin için bir öğüttür. Ve hepiniz ileride ondan sorumlu tutulacaksınız(Zuhruf 43, 44). 

İşte Rabbimizin ‘sırat-ı mustakim’ dediği ‘Tarikat-ı Muhammediye’ budur...

4 Eylül 2017 Pazartesi

M. Barzani dediki;

Kürdistan'dan vazgeçerseniz,
Türkler Araplar ve Farslar ile,
Arkadaş, dost,  Kardeş, Yoldaş olursunuz. 
Ama,  Kendiniz olamazsiniz.
Kendinize ait bir şeyiniz olmaz ve Kabulde etmezler. 
Onların Kardeşliği sadece çıkarları doğrultusundadır. 

Kürdistan'dan vaz geçip onlar ile kardeş olursanız.
Belki ölmez,  yaşarsiniz,
Ama Onursuzca başkalarına  köle olarak yaşarsiniz.  Buda Ölümden çok daha kötü,
Bir yaşamdır.

Onurlu bir Yaşam için. 
Malinizdan Canınızdan vazgeçin,
Bağımsız Kürdistan'dan vazgeçmeyin. 
Çünkü onurlu bir yaşam,
Bağımsız bir Kürdistan ile olur. 

Kürdün kendi Askeri, Kendi Polisi, 
Kendi kanunu ve  kendi devleti olmalı.
Kendi Devletiniz yoksa Hiçsiniz demiş Şehit Pêşewa Qazi Mihemmed.  

Demokrasi kardeşlik bunlar yalandan,
palavradan ibaret içi boş kavramlardir. 
Size kardeş derler  Ama, 
işlerine gelmediği zaman tekmeyi vururlar sizi tanimazlar. 
Bizler  Arap, Türk  Fars ile komşu olmak istiyoruz Ortak değil.
Onların Toprağı onlara,
bizim toprağımız bize. 
Bizi komşu olarak kabul ettikleri zaman. 
Bizde onları komşu dost olarak kabul ederiz. 
Ama onlar bizi kabul etmezlerse. 
Bizde sonuna kadar savaşırız. 

Babam hep derdi.
Hepimizin ölümüne karar verseler dahi,  Bağımsız Kürdistandan vaz geçmeyeceğiz.
Aksini yapsak, yani,
Bağımsız Kürdistan'dan vaz geçsek yine ölü sayılıriz. 
Bundan dolayı Adam gibi mücadele etmek,
Ne istediğimizi  bilerek, hakkımız olan bağımsız Kürdistan için mücadele edeceğiz ve o Uğur'da şerefle şehid olacağız 

Kardeşlerim,  
Bir Peşmerge olarak,  
1904 yılında,  Amcam  Şex  Abdulselam Barzani,  
1925,te Şex Said, 
1947,de Muhammed qazi'nin  uğrunda dar ağacına gittiği ve milyona yakın Şehidin uğrunda Can'ını verdiği 
Bağımsız Kürdistan'dan,
Ödün  vermeyeceğim 
ve  son nefesime  kadar,
bu uğurda, 
Bu yolda  savaşacağim.

Kürdistan Peşmergesi  
Mesud  Barzani.

3 Eylül 2017 Pazar

Tarikatlar hangi menzilde

2000'li  yıllardı gariban bir menzil sofisi ikinci evliliğini yapacak, bizi de davet ettiler,
Bizim sofi ilk okulu bitirmemiş, kırık bir türkçe, ilme  dair bomboş bir teneke,
Laikliği  liyakat olarak anlamlandıran nadir, narin bir sofi.
Ama görüntü öyle değil ilim adamlarında  bulunan sakal cüpbe ve vakarete sahipti,
Vakurluğu da bilmemezliğinden gelmekte ,sahipleri zannımca bu nev'i müridlerine çok konuşup ta çam devirmeyin demiş olabilir...
   Damat ve gelin adayı daha önce birer evlilik geçirmiş ve ayrılmışlar, bu tamamen doğal bir gelişme ancak doğal olmayan olaylar bundan sonra cereyan edecekti;
 Gelin üniversite okumuş, sonraları örtünmüş ve çarşafa bürünmüş biri imiş,
( nasıl bir travma yaşadı ki, kendini sofiizmin engin sularında buldu) 
 Bizim yurttaş da günü birlik işlerde çalışan eğitimsiz biri nasıl iletişim kuracak, birbirlerinin baktığı noktada nasıl aynı anlamı çıkaracaklar dı,
Erkeğin bunu sorun etmesi beklenilemezdi ama bu vahim durum gelin için aynı anlama gelmiyordu....
Neyse biz tarikatların gizemli dünyasına bir dalış daha yapalım;
Yanına oturduğum zat (sonradan öğreniyorum ki Vekil imiş yani şeyhin istanbul ceo'su) 60 yaşlarında şalvarlı yelekli belliki bizim bölgeden ,
Merak tan olacak ki;
-Dayı nerelisin dedim,
-Bana tuhaf tuhaf baktıktan sonra ; "İstanbulliyem" dedi(!),
Bu cevabı ile saygısızlığını ifşa ediyordu ama,
Ben böyle dengesizliklere ve laubaliliğe alışkın değildim,
Üzüldüm başımı önüme eğdim ama içimde öfke kazanları kaynıyor,
Kendi kendime kızıyorum bu tip adamlarla ne diye muhatab oldum diye...
Yanımıza genç bir çocuk oturdu 16 yaşlarında.. cemaate gelenler evvela  çocuğun eline eğiliyor sonra vekili temaşaa ediyor münasip bir yere oturuyor,
 Çocuğa ; sen ne iş yapıyorsun kardeşim dedim?
Genç: "Abi bazar da muz satiyem" 
Belliki beni  anlamadı bana malzeme doğmuştu!
"Bu hürmet muza mı?" Dedim,
" yooğ abe ben şeyhin toruniyem".
Vekil efendi sohbetimize kulak kabartmış olacak ki;
Sen nerelisin diye sormaz mı?
Ben, avını pusuya düşürmüş avcı neş'esiyle,
-"Bende İstanbulliyem" deyince vekilciğim bozuldu, ummuyordu, alışkın da değildi...
Tabi ben lafı soktuğum için zafer kazanmış komutandım...
O sırada karşımızda çizgi film karakterlerinden Asterix'e benziyen bir yurttaşa,
 kaşar bi sofi yükleniyor,
Onun Adıyaman'daki Katadrale bugüne değin gitmemişliğinden,
Dem vuruyor, kendinini daha muttaki ve sadık bir sofi mertebesine çıkaracak konuşmalar yapıyor" vay sen bugüne kadar gitmedin ha" deyip elini dizine vuruyor,
O baskın çıktıkça Asterix kılıklı yeni düşmüş sofi küçülüyor, susuyor, yanaklarına kadar kızarıyordu!,
Adamceğiz istihap haddi sınırlarına gelmiş olmalıki;
-" Ulan 50 kere beni de götürün dedim size, hatta yol paranızıda ben vereyim demedim mi?".
Kaşar sofi;
 ha... öyle mi, Allah Allah niye fırsat bulamamışız diye hayıflanma ve dilini yutma moduna giriyordu...
O zaman diliminde aynı mekanda toplanmış insanların bir tek ortak yönü vardı;
Cehalet, çokluktan ve bir araya gelmişlikten  medet ve menfaat ummak,
Beki o ortamda bulunmayan,
Samimi ama cahil,
Allah'a ulaşmak isteyen!!
 aklını kullanmayan, duyduklarını sorgulamadan iman eden sessiz, yoksul hipnotize edilmiş yığınlar vardı...
Bu tamamen bizzatihi yaşamış olduğum bir maceraydı...
Bu olayın sosyo-psikolojisinde neler var neler..
Biz sadece yüzeysel ironi ve anı hatta gözlem tadında bir paylaşım yapalım yeter...
Belir duvarci

2 Ağustos 2017 Çarşamba

İslam ve islamcılar

İSLAM VE İSLAMCILIK

İslamın nüvesi saltanat(!)

 Kemalizm ile bitmiş, bitirilmiş,

 Şerii(!) hükümler kaldırılmış , bir gecede harflerin değişmesi ile millet cahil kalmıştı(!)...ümmet sanki Arab alfabesi ile alim imiş de latin harfi ile cahil kalmış gibi) " gerçi alfabenin bir kaç yıllık geçiş süreci olmasına rağmen bu harf inkılabının daha sonra yan tesirleride çıkacaktı" ve ne acıdırki bu inkılabı yapanlar yüzyılların cehaletini rumuz değişikliği ile aşacağı mantığına sahib olmalarıydı...!


1925 yılı Kılık kıyafet inkılabı ve tevhid-i tedrisat kanunu ümmeti osmanlıyı imha etmiş gibi söylemler ile yetişen (geleneksel müslüman) bir nesiliz

Eğer islam gelecek olursa sekülerizmin rezillikleri bitecek, islamik idarecilerimizin her biri Ebu Zer gibi zulme dikelen, Huseyin gibi sayıya bakmadan şehadete aşk ile koşan,

Ömer gibi , mesaisi bitince mumunu cebinden çıkaran,

Ebu bekir gibi kazancının fazlasını infak eden,

İmam Ali gibi yiğit, alim ve müşfik liderler ümmeti 21. Y.Y'la  taşıyacaklardı.....


      Sol/sosyalist ve liberal siyasi partiler gibi ;

Yandaşcılık, vakıfcılık, yapmayacak, gelir adaletsizliğini kaldıracak,

Sosyal reformlar yapılacak insanların kimlik ve inanç yapısına bakmadan adil olunacak,

Devletin malı ortak olduğundan "beyt ül mal",

Lojmanlarda dahi oturulmayacaktı.

Yolsuzluk hırsızlıktan ,çalmaktan daha ağır bir cürüm olacak,(yolsuzluk hırsızlık değildir"-(H.Karaman)

Siyasallaşmış müteahİTler milletin A...koymayacak ve kayırılmayacaktı.

Makaradan bakara okunmayacak,

Züppe ecnebi para baronlarının önüne yatılmayacak, yatanlar korunmayacaktı...

Ömer gibi kendi oğlunada had uygulayacak nizam ve idareciler hüküm sürecekti...

Sonraları öğrendik ki bu işler asla böyle olmayacaktı, her zümre kısa sürede dünyevi saltanatını tesise yeltenip, lüks araçlar ve konutlar edineceklerdi,

İslamın güleryüzü yerini asık, sarkık ve ceberrut vechile hareket edecekti.

Sevdiren, müjdeleyen olacakken nefret ettiren olacaktık.

Laik kemalist burjuvazinin islamik versiyonunu biz  ve bizim cenah oluşturacaktı...

Nefret ettiklerimize benziyecek hatta intikam hırsına bürünecektik.

Hülasa Kur'an ve Kur'an'a karşı oluşturulan din: (sünni/şii ekoller ve bunların kılcal damarları)

Adeta yeni bir din olarak karşımıza çıkacaktı.

    İnsanlar aydınlanmasın diye de; "Kur'anı herkes anlayamaz" diyerek  kendileri anlayacak ve yorumları, kendi dünya görüşleri doğrultusunda evirip çevirip bize dayatacaklardı,

Biz düşünmeyecektik, bizim yerimize şeyh, üstad, abi, parti başkanları, mezhep kurucuları, tarikat madrabazları bu kutsal görevi bizlerin yerinede ifa edeceklerdi.....

           Şuan içinde bulunduğumuz girdap, içinde kaybolduğumuz tüneller bu çarpık idrak, Kur'an merkezli düşünememe mizin bir neticesi,

Ve bu neticenin vücuda getirdiği neo muslim idrak,

Siyonist bir yapı....

İslamcılığın erken ölümüne sebeb oldu....

Zaten islamcılık "İslam" demek de olmuyordu....

Acı olan şu ki; islamcıların kötü şöhreti yine, yeniden masum müslümanlara fatura edilecek/ti.....

Bekir Duvarcı


1 Ağustos 2017 Salı

Kalp krizinde en az hasarla kurtulma

KALP KRİZİ VE FELÇ DE FAYDASI OLABİLECEK BİLGİLER .SAĞLIKLI GÜNLER DİLERİM..
Bunu yapmak için evinizde bir şırınga veya iğne bulundurun... Bu çok şaşırtıcı ve bir kalp krizinden kurtarmanın alışılmamış, bilinmeyen bir yoludur. Sonuna kadar okuyun, bir gün birisine faydası olabilir.

İnanılmaz.

Lütfen bu bilgiyi elinizin altında bulundurun. Mükemmel ipuçları.

Bunu okumak için bir dakikanızı ayırın.

Hiç belli olmaz. Birisinin yaşaması size bağlı olabilir.

Babam felçliydi ve daha sonra kalp krizi sonucu öldü. Keşke bu ilk yardımı önce biliyor olsaydım.

Kalp krizi başlayınca, beyindeki kılcal damarlar patlamaya başlar. (Irene Liu)

Kalp krizi başladığında, sakin olun.

Hasta nerede olursa olsun, onu hareket ettirmeyin. Çünkü eğer hareket ettirilirse, kılcal damarlar patlayacaktır.

Hastayı, düşmesini engellemek için oturur konuma getirin ve ardından kan akıtmaya başlayabilirsiniz.

Eğer evinizde bir şırınga varsa, bu en iyisidir.

Aksi takdirde, bir dikiş iğnesi ya da düz bir iğne de olabilir.

1. Enjektör / iğneyi sterilize etmek için ateşe tutun ve daha sonra 10 parmağının da ucuna iğne batırın.

2. Hiçbir özel akupunktur noktası söz konusu değildir. Sadece tırnaktan yaklaşık bir mm kadar derine iğne batırın.

3. Kan çıkana kadar iğne batırın.

4. Kan damlamazsa, parmaklarınız ile sıkın.

5. Tüm 10 parmak da kanayınca, birkaç dakika bekleyin, sonra hastanın bilinci yerine gelecektir.

6. Eğer hastanın ağzı çarpılmışsa, kulakları kızarana kadar sıkın.

7. Sonra her bir kulak memesinden ikişer damla kan gelene kadar her kulak memesine iki kez iğne batırın.

Birkaç dakika sonra hastanın bilincinin yerine gelmesi gerekir.

Hasta herhangi bir anormal belirti olmaksızın normal haline dönünceye kadar bekleyin ve ardından hastaneye götürün.

Eğer hasta bunlar yapılmadan aceleyle bir ambulansa koyulup hastaneye götürülürse, sarsıntılı yolculuk beynindeki bütün kılcal damarların patlamasına neden olacaktır.

Eğer hayatı kurtulur ve zar zor yürümeyi becerebilirse, bu atalarının kerametindendir.

'Ben hayat kurtarmak için kan akıtmayı, bir geleneksel Çin doktordan öğrendim, Ha Bu Ting, Sun Juke'ta yaşıyor.

Ayrıca, bununla ilgili bir deneyimim de oldu. Bu nedenle, bu yöntemin % 100 etkili olduğunu söyleyebilirim.

1979 yılında, Tai Chung'daki Fung GAAP Kolejinde ders veriyordum.

Bir öğleden sonra, bir sınıfta ders anlatırken bir öğretmen benim sınıfıma koşarak geldi ve nefes nefese dedi ki,

'Bayan Liu, çabuk gelin, bizim yönetici kalp krizi geçiriyor!' Hemen 3. kata gittim.

Yöneticimiz Bay Chen Fu Tien'i gördüğümde rengi gitmiş, konuşması peltek, ağzı çarpılmıştı ve bir kalp krizinin tüm belirtileri mevcuttu.

Hemen Bay Chen'in 10 parmağının uçlarına batırmak için, bir uygulama öğrencisinin okulun dışındaki eczaneye şırınga almaya gitmesini istedim.

10 parmağı da kanamaya başlayınca (her bir parmaktan bir bezelye büyüklüğünde kan damlıyordu), birkaç dakika sonra, Bay Chen'in yüzüne renk geldi ve gözleri anlamlı bakmaya başladı.

Ama ağzı hala çarpıktı. Bu yüzden kulaklarını kan ile doldurmak için sıktım.

Kulakları kızarınca,

Sağ kulak memesine iki damla kan akması için iki kez iğne batırdım.

Her bir kulak memesinden ikişer damla kan gelince, bir mucize oldu.

3-5 dakika içinde ağzının şekli normale döndü ve konuşması netleşti.

Onu bir süre dinlendirdik ve sıcak bir fincan çay verdik, sonra onu merdivenlerden aşağı inmesine yardımcı olup Wei Wah Hastanesine götürdük. Bir gece dinlendi ve ertesi gün ders vermek için okula dönmek üzere taburcu edildi. Her şey normale döndü.

Sonrasında hiçbir hastalık etkisi kalmamıştı.

Öte yandan, normal bir kalp krizi hastası genellikle hastane yolunda beyindeki kılcal damarlarda onarılamaz patlamalar yaşıyor.

Sonuç olarak, bu hastalar hiçbir zaman iyileşmiyor.' (Irene Liu)

Kalp krizi ikinci ölüm nedenidir.

Şanslı olanlar hayatta kalır ama ömür boyu felç kalabilir.

Bu bir insanın hayatında olabilecek çok korkunç bir şeydir.

Eğer hepimiz bu kan akıtma yöntemini hatırlarsak ve hayat kurtarma işlemlerini kısa süre içinde başlatırsak, hasta canlanacak ve % 100 normale dönecektir.

MÜMKÜNSE OKUDUKTAN SONRA FORWARD edin lütfen. BELKİ KALP KRİZİ GEÇİREN BİRİSİNİN HAYATINI KURTARMAYA YARDIMCI OLUR.

15 Temmuz 2017 Cumartesi

Kanser ve tedavisi...

Kübaya gitmeye gerek yok çünkü israil de kanserden ölen yok araştırın...lütfen yazıyı sonuna kadar dikkatle okuyun ve hemen yakınızdaki kanser hastasına vesile olun kurtulsun herkes bu yahudi hastalığından ya ŞAFİ YA ŞAFİ YA ŞAFİ

✔ 5 DK' NIZI AYIRIP OKUMANIZ TAVSİYEMİZDİR ✔
KANSER HASTALIK DEĞİL
KANSER O KADAR YAYGINLAŞTI Kİ ARTIK GENÇ YAŞLI DEMEDEN HERKESİ
YAKALIYOR. BU PAYLAŞIMI LÜTFEN SAYFAMDAKİ HERKES PAYLASSIN. BELKİ BİR YARDIMIMIZ OLUR. SONUÇTA, BİR ZARARI YOK, DENEMEKTE FAYDA VAR…
Bu yazılar çok müthiş, birçok "gizli dünya yönetenlerini" rahatsız ediyor… O kadar ki, örneğin "World Without Cancer", yani "Kansersiz Dünya" isimli kitap, halen (Türkçe dahil) birçok dile çevrilmedi!..
Yani şunu bilin ki, KANSER diye bir hastalık yok!.. Kanser, sadece vitamin B17 eksikliği!...
Başka bir şey değil!..
Kemoterapi, ameliyat veya değişik ağır haplar almanıza gerek yok!..
Düşünün bir zamanlar denizciler, çok sayıda niçin öldüler?
İSKORBÜT denilen hastalığa yakalanıyorlardı...
Çok sayıda insan öldü...
ve bazıları da bundan çok büyük PARA ve gelir elde etti!..
Sonra ne buldular?..
Meğer İskorbüt sadece vitamin C eksikliği imiş!..
Yani hastalık bile değil!...
KANSER de öyle!...
KANSER SANAYİSİ var artık!..
KANSER den milyar milyar milyar kere milyar PARA kazananlar var!...
Bu konu çok uzun. Çok derin!..
KANSER SANAYİSİNIN kökü, ta ikinci dünya savaşına kadar dayanıyor!...
Ne dolaplar dönüyor...
SİZ İNANMAYIN!...
Her gün sadece 15-20 kayısı çekirdeği yemeniz yeterli!..
Kanser olmuşsanız, önce KANSERIN ne olduğunu ANLAMAYA çalısın!..
KORKMAYIN!...
Sakin KEMOTERAPİ filan yaptırmayın!...
ARAŞTIRIN önce!...
Biz bu siteyi bazı "sözde doktorların sayfasına gönderdik, facebook’ ta, 5 dakika bile geçmeden "yorumsuz" olarak sildiler!...
SİZ bu kitabın TÜRKÇEYE ÇEVRİLMESİ için DUA edin!...
ÇOK ÇOK ÖNEMLİ bir eser bu!..
Tekrar edelim:
Günümüzde İskorbüt den ölen var mi artık?...
YOK!...
Çaresi biliniyor...
Peki KANSER?...
SANAYİ haline gelmiş!...
Ancak, çaresi çoktan bulundu:
VİTAMİN B 17 eksikliği!...
Hepsi bu!...
Buğday çimi ekin... Buğday şırası için.
Kanseri engelleyen besinlerin başında atalarımızın Orta Asya`da içtikleri Buğday şırası geliyor. Klasik tedavi yöntemlerini reddeden tüm doktorların ortak iddiası, buğday çimi yenilmesi ve buğday şırası içilmesi. Pakistan`daki Hunzakut Prensliğinde kanserden ölüm yok. Ayrıca Hunzakutlular, acı badem ve kayısı çekirdeğini yiyorlar ve kansere yakalanmıyorlar.
Türkiye`de acı badem ve kayısı tüketilen bölgelerde kanser vakalarının azlığı dikkat çekiyor.
Ödemiş`le Salihli arasında, binbir efsaneye konu olmuş Bozdağ`ın eteklerinde cennet gölcük kıyısında kanseri yenen, bu zaferi kazandıktan sonra mücadelesi herkese örnek olsun diyerek bir de kitap yazan Doktor İlhami Güneral ile sohbetimiz sürüyor. Önemli olan bağışıklık sisteminin güçlendirilmesidir.
Bağışıklık sistemini güçlendirmek çok da zor bir şey değildir.
Buğday müthiş bir kanser ilacıdır. Buğday şırası kanseri önler ve bu önemli bir bitkisel tedavi aracıdır. Buğday çimi, bol klorofil maddesi dışında 100 kadar vitamin, mineral ve besin maddesi içerir. Taze olarak kullanılan Buğday çiminde, aynı ağırlıktaki portakaldan 60 kez daha fazla C vitamini ve aynı ağırlıktaki ıspanaktan 8 kat fazla demir bulunmaktadır.
Buğdayın bir başka özelliği ise kandaki toksinleri nötralize eden maddeler içermesidir.
Sıvı oksijenle dopdolu olan buğday çimi doğanın en güçlü anti kanseri olan `laetril` içermektedir.
Izgara etler ve füme besinlerin kanserojen maddeler taşıdığı kanıtlanmıştır. (Japon Bilim Adamı Nagivara)
Japon Bilim Adamı Nagivara, taze buğday çiminde bu maddeyi etkisiz hale
getiren enzimler ve amino asitler bulmuştur.
- Buğday çimini evde üretebilir miyiz?
- Evde de üretilebilir, küçük bir saksıda bile üretilebilir ve olduğu gibi yenebilir, evde üretemeyenlere tavsiyemiz ise buğday şırası üretmeleri...
- Buğday şırasını herkes üretebilir mi?
- Evet herkes üretebilir.
İsterseniz tarif edelim.
Bir bardak aşurelik buğday, önce tertemiz yıkanarak bir litrelik cam kavanoza konur. Üzerine 3 bardak su -klorlu olmamak şartıyla- ilave edilir.
Kavanozun ağzı bir tülbentle kapatılarak serin bir yerde 24 saat bekletilir.
Bu ilk su kullanılmaz, dökülür.
Kavanoza yeniden 3 bardak su ilave edilir.
24 saat bekletildikten sonra oluşan yarı gazozlu su içilmek üzere bir kaba aktarılır.
Böylece bir bardak aşurelik buğdaydan kış aylarında günde 5 kez, yazın
ise günde 3 kez şıra alınır. Buğday şırasının lezzeti bazılarına itici gelebilir. O takdirde her şıra bardağına bir C vitamini tableti eklenirse, nefis bir içecek ortaya çıkar.
- Az önce sözünü ettiğimiz `laetril` buğday çiminden başka nelerde bulunur? Çünkü anlaşılıyor ki, `laetril` kanserin tedavisinde en etkin maddelerden biri... Elmanın çekirdeğini de yiyin!
- Evet, Türkiye`de en kolay laetril`e ulaşabileceğimiz yer acı badem ve kayısı çekirdeğidir.
Ayrıca laetril elma çekirdeğinde de vardır. Elmanın çekirdeği yenilirse çok da iyi olur. Amerika`daki ilaç sanayinin maşaları bu `laetril` adlı ilacı yasaklatmayı başarmışlardır ama Meksika`da satılan `laetril` bu ülkeden alınıp kaçak olarak ABD`ye sokulmaktadır.
Laetril, vitamin ve minerallerle verildiğinde çok daha iyi sonuçlar alınmaktadır. `Kanserin Ölümü` adlı kitabında Manner, laetril ile yüzde 90 başarı kazandığını söylemişti.
- Acı badem ve kayısı çekirdeği de laetril içeriyor öyle mi?
- Evet öyle. Türkiye`de acı badem ve kayısı çekirdeğinin sıkça tüketildiği yerlerde resmi bir istatistik yok ama kanser vakalarının az olduğuna inanılıyor. Resmi istatistik yapılan bir ülke var...
Pakistan`a komşu küçük bir prenslik olan Hunzakut`ta şimdiye kadar hiç kanser olayına rastlanmadı.
Hanzakut`un özelliği temel besinleri kayısı ve kayısı çekirdeği...
- Dünyada bugün kullanılmakta olan kemoterapi ve radyoterapi bağışıklık
sistemini bozduğunu iddia ediyorsunuz alternatif tedavilerin bir sıralamasını yapsak en öne hangisini koyarsınız?
- Önceliği bağışıklık sistemini güçlendiren tedavilere veririm, daha sonra biyolojik tedaviler ve bitkisel tedaviler gelir.
Bağışıklık sistemi konusunda Alman Doktor Issel`in tüm beden tedavisi bugün bu ülkedeki 60/70 klinikte başarı ile uygulanmaktadır.
OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE LÜTFEN PAYLAŞ

2 Temmuz 2017 Pazar

Yaşlı bir Baba

Yaşlı bir baba... 
Kuzu etinden imal edilmiş yaprak döneri çok severmiş... 
Bir gün canı yaprak döneri çok çekmiş. Babasının isteğini fark eden oğlu, almış babasını ve güzel bir lokantaya götürmüş... Baba, yemeği önce kendisi yemek istemiş... Ancak yaşlılığın verdiği zayıflık sonucu elleri titrediği için lokmayı ağzına götürmek istediği her seferinde üzerine dökmüş, yağı sakalına damlamış... 
Lokantadaki insanların bakışları da pürdikkat onların üzerindeymiş... Aşağılayıcı bakışlar, alaycı tavırlar, surat ekşitmelerle arada bir yaşlı babaya bakıyorlarmış. Bir süre sonra oğlu sabır ve itina ile lokmaları babasının ağzına koymaya başlamış... 
Nihayet yemek bitmiş ve oğlu babasını alıp lavaboya götürmüş, elini-yüzünü iyice yıkamış, üstünü-başını silip temizlemiş, saçını-sakalını düzeltip taramış, gözlüklerini silip gözüne takmış, ardından da koluna girip dışarı çıkarmış... 
Lokantada bulunanların hakaretamiz bakışları hâlâ onların üzerinde... Hiçbir bakışı umursamayan çocuğun ise yüzünde hep tebessüm varmış, babası çok sevdiği yemekten yiyip lezzet aldığı için...
Yemek parasını ödeyip çıkıyorlardı ki, arkalardan yaşlı bir amca seslenmiş:
– Hey evlat, burada bir şey bıraktığını unutmadın mı?
Az düşündükten sonra çocuk cevap vermiş:
– Hayır, masada bir şey bıraktığımı sanmıyorum!
Yaşlı amca:
– Hayır evlat, yanılıyorsun. Sen burada çok değerli bir şey bırakıp gidiyorsun!
Şaşkınlık içinde:
– Ne bırakmışım ki amca?!
– Sen burada, her evlat için bir ders ve her baba için bir umut bırakıp da gidiyorsun!...
Tam bir sessizlik hâkim olmuştu salona... Herkes yaptığından, düşündüğünden utanç duyuyordu...
Unutmuşlardı bir an, her sıkıntıda babalarına sığındıklarını:
– Baba! Şunu istiyorum.
– Baba! Bana şunu al.
– Baba! Şu okulda, şu üniversitede okumak istiyorum, şu kadar harç gerekiyor.
– Baba! Okul masrafları için şu kadar para lazım.
– Baba! Falan şehre gezmeye gitmek istiyorum, para ver.
– Baba! Doğum günümde bana ne aldın?
– Baba!...
– Baba!...
Ama bir defa olsun dememişlerdi sanki:
– Yanımdasın ya baba, benim için her şeye değer ve yeter!...
– Babam! Senin yanında olmak benim için bir dünyadır...
Hep sahip olmak istediklerimizden söylenip durduk, yokluklarımızdan sitem edip şikâyetçi olduk... Ama belki de hiç sormadık ona:
– Baba! Senin benden bir isteğin var mı?
Çoğumuza sormuşlardır kesin çocukluğumuzda, "Anneni mi çok seviyorsun, babanı mı?" diye. İlk başta "Her ikisini." desek de az ısrar sonucu utanarak, sıkılarak kısık sesle, "Annemi." diyorduk; buna rağmen baba içindeki acıyı bize hissettirmeden tebessüm ediyordu. Kim bilir, belki de herkesin yanında utanıyordu...
Ama bir gün gelir de kayıp giderse elinden, aile fertlerinin güzel yaşaması için ne tür zahmetlere katlandığını işte o zaman anlarsın.
Cennet ayaklarının altında olmasa da...


16 Mart 2017 Perşembe

Halepçe katiamının düşündürdükleri

Halepçe, ırak'ta bir Kürt kasabası ve o bölgenin mazlum Kürt halkı,
Onları, bir insanın asla yapamayacağı bir şekilde katlettiler.
Sorun onların ölüm fermanını veren hayvandan da daha aşağılık  Saddam Hüseyin değil, Saddam'laşan zihniyettir.
Sorun, Arap, Türk ve Acem'lerden önce müslüman olan,
Toprakları bu üç ülke tarafından el altına alınan,
 yiğit, mazlum, peygamberler kavmi bir millete reva görülen ve fırsat bulduklarında da tekerrür ettirilen zihniyettir.
Bosna, Hocalı, Kaşmir , Filistin vs...vs.. gibi coğrafyalarda ki müslümanlar için gösterilen, zamanı geldiğinde yad edilip acısı taze tutulan kardeş olma statüsünün KÜRT'lerden esirgenişidir...
  Hangi aklı selim Kürt bu milletlerin kardeşlik ile alakalı söylem ve hamaset içerikli teranelerine inanabilir ve inanması beklenebilir..
İnanç ve benzer kültürü de bir yana bırakalım,
Hangi vicdan akrabalık kurduğunuz bu millete bu kadar yabancı, düşman, vurdum duymaz ve kindar kılabilir...
Sözümü Mevlana'nın şu veciz sözü ile bağlayayım,
". Kurt öteden beri düşmandır kuzuya,
Acayip olan kuzunun kurda karşı sevgi duymasıdır"...
Bekir duvarcı